Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü 
Kızkardeşimin gelinligi, şehidimin son örtusü. 
Işık lşık, dalga dalga bayrağım, 
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım. 
Sana benim gözümle bakmayanın 
Mezarını kazacağım. 
Seni selamlamadan uçan kuşun 
Yuvasını bozacağım. 

Dalgalandığın yerde ne korku ne keder... 
Gölgende bana da, bana da yer ver! 
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar! 
Yurda, ay-yıldızının ışığı yeter. 

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün 
Kızıllığında ısındık; 
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün 
Gölgene sığındık. 

Ey şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı; 
Barışın güvercini, savaşın kartalı... 
Yüksek yerlerde açan çiçeğim; 
Senin altında doğdum, 
Senin dibinde öleceğim. 

Tarihim, şerefim, şiirim, herşeyim; 
Yer yüzünde yer beyen: 
Nereye dikilmek istersen 
Söyle seni oraya dikeyim!
   
  KARABÜK ALPEREN OCAKLARI
  NİZAM-I ALEM
 

NİZAM-I ALEM

Nizam-ı Âlem: Allah’ın (C.C.) insanı halife olarak
yarattığı yeryüzünde, yine onun istediği gibi yaşamak isteyenlerin
ölüme kadar peşinde koşmakla mükellef olduğu ulvî bir misyondur.
Biraz açarsak bu dünyayı ötelerin tarlası kabul eden İslâm inancı,
bu dünyayı imar vazifesini de yüklemiştir inananlara...
Müslümanın hayatında cemiyet kaçkınlığı,
ruhbanlık gibi hayat tarzları yoktur.

Müslümanlar bu dünyanın hakkını,
sadece ve sadece inançlarına uygun olarak vermek zorundadırlar.
"Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya,
yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışmak" olarak ifade buyrulan
ilahî ölçü buna işaret değil midir?

İslâmiyet insanların vicdanına hapsedilmiş bir inanışın adı değildir.
"Siz benim namazıma-orucuma bakmayın, benim kalbim temiz.
Din bir vicdan meselesidir ve Allah’la kul arasındadır."
safsataları müslümanın inançları ile bağdaşmaz.
Keza "Şeriat, yani İslâm zahire göre hükmeder"
prensibini bilmeyenimiz yoktur.
Din, insanların yaşamını şekillendirir.
Birtakım mükellefiyetler, müeyyideler, ahlâkî prensipler içerir.
Bunlar, O dine bağlanmış fertlerin uyması zorunlu olan yükümlülüklerdir.
"Ben şurasını kabul eder, burasını kabul etmem"
ve "İnancım bu meselelere karışsın ama şu şu şu meselelerden soyutlansın,
müdahil olmasın" düşüncesi saçmadır
ve aynı zamanda İslâm’ın kabulleriyle çelişmektedir.
Çünkü bizler, müslümanlar olarak, doğumumuzdan ölümümüze,
taharetlenmizden yememize, içmemize,
konuşmalarımızdan sükût etmemize kadar uzanan bir hayat çizgisinde,
herşeyi Allah (C.C.) ve Resulü’nden
ve onun mümtaz Sahabiler kadrosundan öğrendik.
Bunların zıddı bir anlayışa
ve bizlere biçtiği yaşam biçimine muhalif olmak haddimize midir?
İslâmiyet tam bir teslimiyet ve kabul ister.
Müslümanım diyen bir şahıs,
müslümanlığın gereklerini ayırıma tutma hakkına sahip değidir.
Yani, ya hep, ya hiç.
Konunun özü budur.
Bana göreler ve ben böyle anlıyorumlar yoktur.
Herşey Allah’a ve Resulü’ne göre şekillenecektir...

İşte Nizam-ı Âlem;
bütün vasıtaların, bütün kadroların, bütün anlayışların,
bütün fikirlerin velhasıl yeryüzünün,
İslâm’a ve onun ölçülerine göre kıvamlanması,
ilahî kalıplara oturtulması ve adem-i beşerin hayatını,
Hakk’ın (C.C.) tanıdığı serbestiyet ve yasaklar dahilinde
idame ettirmesini sağlayacak meşru düzenin adıdır.